Anksiyete (Kaygı) Bizi Nasıl Etkiler

Anksiyete, hemen her insan tarafından zaman zaman yaşanan bir duygudur. Asıl amacı yaşamın sürdürülmesi ve uyum davranışının gelişimini sağlamak olan bu duygu yardımıyla, bilinmeyen, yeni ya da tehlikeli uyaranlardan sakınma, onlarla başa çıkma, onlara karşı koyma ya da gerektiğinde onlardan kaçma gibi davranışlar görülmektedir. Anksiyete, tehlike durumunda aktif hale geçen biyolojik uyum düzeneği ile oluşturulur ve tüm bu uyum sağlayıcı (adaptif) özellikleri nedeniyle insan yaşamının sürdürülebilmesi için var olması gerekli bir duygudur. Ancak bir yere kadar sağlıklı olan ve olumsuz durumlarla başa çıkabilmek amacıyla ortaya çıkan bu duygunun şiddetli ve uzun süre yaşanması, bir noktadan sonra kişinin yaşamını, aktivitelerini, sosyal yaşamın ve kişilerarası ilişkilerini olumsuz etkilemeye başlamaktadır. İşte bu çizgiden sonra anksiyete artık kişide ruhsal sorunlar yaratan bir duygu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkçede iç sıkıntısı, kaygı, bunaltı gibi sözcüklerle anlatılmaya çalışılan anksiyete, özetle, yaşamı tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan rahatsız edici bir endişe ve korku duygusudur. İçrel (intrapsişik) ya da dış dünyadan kaynaklanan bir tehlike, tehlike olasılığı ya da kişi tarafından tehlike olarak algılanıp yorumlanan herhangi bir durum karşısında yaşanan bir duygu durumudur. Kişi kendini bir çeşit “alarm” durumunda ve “ sanki kötü bir şey olacakmış gibi” bir duygu içerisinde hissetmektedir. İçrel çatışmalardan ya da yaşamdaki kayıplardan köken alabilen anksiyete, aynı zamanda içrel dürtülerle dış talepler ve değer sistemleri arasındaki çatışmadan da kaynaklanabilir.
Anksiyete, birbiri ile uyumlu bir ilişki içinde ve bir bütün halinde çalışan birçok alt sistemi etkilemektedir. Herhangi bir işlev sırasında bu bütünün bazı bölümleri daha aktif hale gelirken, bazı bölümlerin işlevleri de yavaşlayabilmektedir. Bu ve benzeri düzenlemelerle organizma gerekli işlevleri yaşamakta ve uyaranları gerekli yanıtları verebilmektedir. Bir tehlike durumunda bilişsel sistemler, kişinin başa çıkma kaynaklarıyla orantılı olarak, tehdit yaratan bu durumu incelemekte, onu tanımlamakta, boyutları, önemi, gerçekliği konusunda karar vermekte, uygun başa çıkma yöntemleri belirlemekte ve sonuçta gerekli olan bilişsel davranışlar ve duygusal sistemleri harekete geçirmektedir.

Diyelim ki kişinin bir tehlikeden kaçması gereken acil bir durumda sempatik sinir sistemi ve motor işlevler aktif hale geçerken, kaçma davranışında o an için önemli rol oynamayacak olan parasempatik sistemin aktivasyonu ise azalarak deaktive olur. Sempatik sinir sistemin devreye girmesiyle tansiyon çıkar, kan basıncı yükselir bununla beraber çarpıntı artar, gözbebekleri büyür, terleme, titreme, nefes almakta zorluk, mide ağrısı, baş ağrısı huzursuzluk, gerginlik gibi fizyolojik semptomlar devreye girer.

Anksiyetede gerginlik, kaygı ve korku gibi ruhsal belirtilere davranışsal ve bedensel belirtiler de eşlik etmektedir. Bütün bunları gerçekleşmesi için, o duruma uygun olan otonom sinir sisteminin etkilediği solunum, kardiyovasküler işlevler, ısı kontrolü gibi denge sağlayıcı (hemostatik) düzeneklerin işlevi gereklidir. Öte yandan kişinin temeldeki bilinçdışı beklentileri ile, bilinçli amaçlarının farklı, hatta birbirine zıt olabilmesi olayı daha da karmaşık hale getirebilmektedir.

Örneğin sınava giren bir öğrencinin bilinçli amacı sınavda gerekli performansı göstermek ve geçerli not alabilmektir. öte yandan bilinçdışı kaygısı ise sınavdan başarısız olacağı ve sınavdan kalacağı düşüncesi olabilir. böyle bir durumda bilinçdışı kaygının neden olduğu bir takım fiziksel belirtiler oluşturur. kalp atışında artış, soluğun kesilmesi hissi, oradan kaçma isteği, kendinden şüphe, sıkıntı, terleme, titreme, vs. gibi belirtileri aktif ederek performansını olumsuz yönde etkileyebilir. Organizma gücünü yalnız kişinin bilinçli amacına değil, bilinç dışı kaygılarına da harcamaktadır.

Anksiyete, olaylara içerdikleri tehlikelerle orantısız, uygunsuz ve abartılmış yanıtlar verilmesine neden olur ve böylece kişinin kendine olan güveni azalır. Kişi kendisi ile ilgili yetersizlik, yeteneksizlik, beceriksizlik gibi olumsuz bir düşünceyi kendine satın alır.

Bu düşünce örüntüsüne kaygı duyma, anksiyete gelişmesinden kaygılanma, korku ve anksiyete yaratan durumla başa çıkamayacağı düşünceleri de eşlik etmektedir.

Bu düşünceler de sonuçta, kişinin anksiyete yaşama ve bununla baş etme konularındaki güvensizliğini bir kısır döngüye sokacak ve yaşanan olumsuz duyguları pekiştirecektir.